Canlı Devre
Son günlerde yalnızlık fazla kutsanır oldu. Oysa bu günler doğru bilgiye, sanata ve en çok da birbirimize sığınmanın zamanı. Kara bir deliğin içine çekilir gibiyiz hızlıca. Yorgun mutsuz ve sahipsiziz.
Sahip kelimesi özgürlük tutkuma göre benim en son kullanacağım kelime ama ortak kurduğumuz yaşamın bağlantıları, bizi birbirimize sahip çıkmaya zorluyor. Anneannemizin kız kardeşinin çocuğu gibi şempanze olarak kalmayı seçseydik, evrim yolunda yürümeseydik, belki de birbirimize o kadar ihtiyacımız olmazdı. Ormanın içinde o ağaç senin bu dal benim sallanır dururduk ama biz farklı bir yol seçtik.
Özellikle tarım hayatına geçtiğimizden beri hep birbirimize ihtiyacımız oldu. Birbirimizle kurduğumuz bilgi ve duygu alışverişleriyle bilgiyi işleyebilme, anlam koyabilme çabalarımız, yaşamın bizimle olan bağlantılarını oluşturdu. Beynimiz bunları öğrenirken, zihnimiz büyüyor, koyduğumuz anlam kodlarıyla da bilincimizi oluşturuyoruz.
David Eagleman’in “Canlı Devre” adlı kitabını okuyorum bugünlerde. Beynimizdeki canlı devreyi, yani elektriği anlatıyor. Düşünmemizde de, sinir hücrelerinin duyu organlarıyla ve kaslarla iletişiminde de hep elektrik var. Ben bu elektriği duyu organlarımız kanalıyla birbirimize de aktardığımıza inanıyorum.
Yazımın başında yalnızlığın fazla kutsandığını yazmıştım. Tabi ki yalnızlık, derine büyümelerimiz, kendimizi ve duygularımızı tanıyıp farkındalığımızı oluşturmamız için gerekli. Hatta bazen inziva da gerekli ama bunu hayat mottosu haline getirmek doğamıza aykırı.
Önyargılarla ya da çeşitli kaygılarla sosyal yaşamdan uzaklaşmak, canlı devrenin şalterini indirmek aslında. Etrafımızda oluşturduğumuz koza ile hayatın akışına karışamazken, hayatın bize akmasını beklemek de nafile bir bekleyiş…
Bizim ortak kurduğumuz yaşamda gözlerimizin içten ferli bakışı, dilimizin samimi ve sahici anlatışı, tenimizin şifalı dokunuşu elektrik olarak akıyor birbirimize ve doğaya. Ve biz birbirimizden uzaklaştıkça, bu elektrik şifa olmaktan çıkıp bizi kendi içimizde öfkeli, kibirli, egolu bir insan yapıyor. Öyle kısır bir döngü ki biz doğadaki tüm canlara ve birbirimize bu akımı durdurduğumuzda ortak kurduğumuz yaşamın da canlı devresini kapatmış oluyoruz. Günümüzde yaşanan büyük mutsuzluğun nedeni, hepimizin ortak yarattığı, endişe ve korkularla da beslediği bu karanlık.
Bir de garip bir algı var; bazen okuyorum ve hayrete düşüyorum. Hatta bizim pek çok saçma atasözümüz gibi olmamışlığın da göstergesi… Son günlerde sosyal medyada bu konuda yakınmalar iyice arttı ve ne yazık ki buram buram ego kokuyor. Pek çok insan kime iyilik yaptıysa ondan kötülük gördüğünü, sırf bu nedenle de insanlardan soğuduğunu ve yalnızlığı tercih ettiğini anlatıyor. Oysa burada asıl sorun yapılan eylemi iyilik olarak adlandırmak çünkü yapılan bir yardım veya destek gerekli görüldüğü için yapılmalı, iyilik olsun diye değil. Ancak o zaman kendimizle ters düşmez, karşılığını da beklemeyiz çünkü sadece o an için gerekeni yapmışızdır, olay da çoktan unutulmuştur. Evet bazen ciddi kötülükler ile de karşılaşabiliriz hatta iyinin değerini bize en iyi kötü anlatır. O noktada da kötülüğün bize anlatmak istediği nerede yanlış yaptığımızı bulmamızdır. İyilik çok görecelidir. Egomuzu beslemek için yapılan ve adil olmayan iyilikler doğru eylemler değildir. Bu konuda Eckhart Tolle’nin “Var Olmanın Gücü” kitabını okumanızı öneririm.
Kalbimizin tıpkı bir saat gibi “tık tık tık” sesleri ile çalışması da yine elektrik ile ilgili. Bu “tık tık tık” seslerinin hem içimize hem de birbirimize ulaşmaya çalışan bir çağırısı var.
Bazı şeyleri kalpten hissederiz hatta biliriz. Son zamanlarda acılar öylesine normalleşti, öylesine kanıksandı ki bırakın dış çağrıları kendi iç sesimizi bile duyamaz olduk. Duyamadığımız, duyuramadığımız her çağrı gittikçe çığlığa dönüşüyor. Yaşam gün geçtikçe zorlaşıp çekilmez hale geliyor. Eskiden işe yaramak diye bir kavram vardı. İnsanlar birbirinin işine yaramak için koştururdu. Herkes birbirinin halinden anlar birbirine derman olmaya çalışırdı. Bir sıcaklık dolaşırdı aramızda. Hepimiz bir anlamda birbirimizin sessiz sahipleriydik. İnsanlar komşuları varken aç ve açıkta kalmayacağını bilirdi. Şimdi yan komşumuzu tanımıyoruz. Elbette hayat şartları değişti. En başta ekonomi hepimizi zorlar oldu ama kaybettirilen, kaybettiğimiz değerlerle birlikte hayat da çekilmez oldu.
Birey olma aşamasında bencillik pompalandı. Şimdi de yalnızlığın kutsanması ile sağlıklı toplumu oluşturamıyoruz bir türlü. Ve güzelim hayat elimizden kayıp gidiyor…