Gerçekten Mutluyduk
Erken geldiğimizi düşünüp kayıp kuşak derdik kendimize.
Yapamadıklarımızın olamadıklarımızın mazeretiydi bu iki kelime. En demsiz dönemlerimizin yaşayamadıklarını biraz da cinsiyetimize yükleyip rahatlamaya çalışırdık.
Suçlu zamandı.
Konuşulanlar yalnızca kayıplar olurdu. Biraz da arabesk takılıp acırdık kendimize; keşke derdik keşke erken gelmeseydik.
Fark etmezdik ki bizi biz yapanlar o zamanlardı, o zamanların saf ışıltısıydı.
İnanmayı, güvenmeyi, sevmeyi hep o zamanlar öğretmişti bize.
Empati kelimesi yoktu, yapmaya çalış da denmezdi. Biz zaten en dipte yaşardık bir başkasının derinliklerini.
Özlemlerimiz, coşkularımız turfanda meyvelerle beslenirdi hiç hormonsuz. Domatesin kırmızısı, muzun kokusu yeniden başlamayı öğretirdi, çünkü onlar kendi kararlaştırdıkları zamanda hep hayata yeniden başlarlardı, yeni umutlar getirerek.
Dosttuk güneşle. Bilmem kaç faktörlü koruyucu kremlerimiz yoktu. Bilirdik ki o yalnızca ışığını ve ısısını verirdi bize. Dost olmayı öğrenmiştik ondan bıkmamayı, usanmamayı.
Masallarımız vardı. Çizgilerle sunulmadığı için de düşlerimiz. Prensleri, prensesleri biz giydirirdik. Parmak çocuğun ya da koca devlerin boyutları hayal dünyamızın sınırlarıydı.
Oyuncaklarımız az çok birbirine benzerdi. Benimki Barbie seninki Cindy dememeyi o zamanlar öğrendik.
Öfkelerimizi bizi anlamadıklarına inandığımız ailemize ya da hocalarımıza karşı duyardık zaman zaman. Ama bilirdik ki onlar bizi hep çok severdi.
Yasaklarımız vardı bizim adımıza konulmuş. Çaresizliklerimiz, tıkanmışlıklarımız da olurdu ama o yasakların koruma duygusundan kaynaklandığını düşünürdük. O nedenle öfkelerimiz nefretlerimiz, acılarımız çabuk dağılırdı.
Bir bakış, bir duruş, bir ses tonu içimizi titretmeye yeterdi.
Portakal çiçeklerinin ya da domatese batırılan fulün kokusuydu yaşam.
Kahkahalarımız vardı hesapsız ve alaysız. Çok sözlerimiz yoktu anlatmak ya da anlaşılmak için güdülerimiz sağduyularımız vardı. Göz yaşlarımız, yağmurlarımız gibiydi. Yalnızca içimizi yıkar, temizlerdi. Sellere dönüşmediği için silip süpürmezdi neyimiz varsa.
Kasırgalarımız yoktu, meltemlerimiz, poyrazlarımızdı esen yellerimiz.
Melodilerimiz bizimdi, cep telefonlarının sesiyle dağılmamıştı her yere. Görüntülerimiz de bize aitti, gülümseyerek poz verirdik objektiflere.
İnanırdık, güvenirdik, severdik.
Dosttuk, arkadaştık, sevgiliydik.
Kalleşlik yoktu sözlüğümüzde. Masum yanlışlarımızı rengimiz ele verirdi. Utanmak vardı, rengin kızarması vardı, sessizce başın öne eğilmesi vardı.
Belki tam kendimiz değildik ya da olmak istediğimiz ama;
Gerçekten mutluyduk.
Ve o erken denen zamanların ışığıydı, tadıydı, kokusuydu bizi hala ayakta tutan, direnmemizi sağlayan.
Teşekkürler en güzel yıllarım, teşekkürler en güzel zamanlarım…
Sizlere haksızlık etmişiz meğer.