İki Kuş İnandırdı Beni
İlkokuldaydım, yanlış hatırlamıyorsam üçüncü sınıfın ilk yarısındaydım, çocuk yıllarımdı.
Şimdiki çocuklar gibi hayatın hemen öğretilmeye başlanmadığı yıllardı o zamanlar. Düşüncelerim ve düşlerim sadece benim olan, kirletemediğim duygularımdan oluşuyordu. Saf ve özgündüm. Tam çocuktum yani ve belki de fazlasıyla kendime aittim.
Çok sevdiğim annem ve babamdan ilk kez bu kadar uzun ayrı kalmıştım. Evimiz Ankara’daydı, ben yalnız kalmasınlar diye anneannem ve dedemin yanına gönderilmiştim. Yeni okul, yeni arkadaşlar kısacası yeni bir hayat başlamıştı benim için. Belki de o yıllardan kalma hala alışamadığım bir duygudur özlem; göğsümün ortasında sadece hissedebildiğim bir ağırlık, bir baskı. Çaresizseniz eğer belki de ömür boyu bir şeyi çok fazla istememeyi öğrenirsiniz. Çaresizlik belki de kendime ilk ihanetim, düşlerimin ve düşüncelerimin ilk kirliliğiydi. Şu an bunu kirlilik olarak görmek kolay ama o zaman en büyük zulümdü başkalarını üzmek.
O yıllarda eve özel terzi getirilirdi, çocuklar için hazır giyim pek olmazdı. Gündelikçi terzi denirdi onlara. Ölçülerimiz alınır ve akşama kadar o elbise bitirilmeye çalışılırdı. Ölçü alınırdı ama en net ölçü seneye de o elbiseyi giyebilme zorunluluğuydu bu nedenle de alınan hiçbir ölçü gerçek değildi. Provalarda aynaya bakmayı hiç istemezdim. Kocaman karpuz kolların içinden çıkan sıska kollarım ve bol bir elbisenin altından daha da sıska görünen bacaklarım. Bir de kurdelelerle yandan iki tane örülen saçlarım vardı ki her seferinde kâbusum olurdu. Sanırım Kızılderili ruhum o yaşlarda tek örgü dolaşmayı severdi.
Antalya belki de bu nedenlerle en az sevdiğim yer olmuştu çok uzun yıllar.
İşte böyle günlerin birinde uzun uzun düşünmüştüm yaşamak çok da güzel bir şey değildi. Hep başkalarının isteği mi olacaktı yapmak zorunda olduklarımız? Peki o zaman anlamı neydi yaşamanın? Çocuk aklım hiçbir duygu yaratmadan karar vermişti. Bu yaşam benimse bitirme kararı da bana ait olmalıydı. Büyük bir keyifle mutfakta ocağın bütün düğmelerini açmıştım böyle bir sonu nereden ve kimden duyduğumu hiç hatırlamıyorum ama tezgâhın üzerine çıkıp oturdum ve beklemeye başladım. Hiç dramatik bir an değildi sadece çok ciddi alınan bir karardı. Üstelik keyifliydim de. Sonra pencerenin önüne iki kuşun konduğunu gördüm, iki kumru, hani derler ya çifte kumrular sanırım onlardandı. Aralarında öyle bir muhabbet vardı ki hayatımdaki en büyük hayranlık duygumu o an yaşamıştım. Bu kuşlar bu kadar mutlu görünüyorlarsa yaşamak çok güzel olmalıydı. Tezgâhtan zıplayarak atladım ocağın bütün düğmelerini hızla kapattım ve koşarak çıktım mutfaktan.
Evet iki kuş inandırmıştı beni yaşamın güzelliğine. Umutlarım ve hayallerim hep o hayranlık duygumla beslendi.
Arkadaş olabilmek, dost olabilmek, sevgili olabilmek de hep önceliğim oldu.
En içten dostluklarla beslendim. Hayat gerçekten güzeldi ve yaşamaya değerdi.
Bana yaşamayı kısacık bir anda sevdiren, anlamlandıran ve en önemlisi beni hayatın güzelliğine inandıran penceredeki çifte kumrulara ve hayatıma giren bütün kumrulara binlerce kez teşekkürler…