Muzaffer İzgü
O iki güzel insanı tanıdıktan aylar sonra bende kalanlar…
Pek çok kare artarda gözümde şimdi.
Hayranlık, şaşkınlık, saygı ve koruma isteği hissettiğim.
Hayranlık; durulukları, içtenlikleri ve güzel yürekleri ile ilgili.
Şaşkınlık; böylesi insanların hala var olduklarını görebilmek ve bunca yıllık yaşanmışlığın- aşka ömür biçenlere inat- onlardaki hiçbir aşkı yok edemediğini fark etmekten.
Saygı; duruluklarına, aşklarına, hiç kirlenmeyen yüreklerine ve tam insanlıklarına…
Koruma isteği; anne baba gibi, çocuk gibi, cam gibi… en içimden gelen.
Ve kareler!
Kocaman bir toplantı salonu: Dinleyiciler hep çocuk. Minicik parmaklar hep havada…
Sevgili Muzaffer Hoca masada; gözleri çocuk, yanıtları çocuk, yüreği çocuk…
Ve bir başka salon; bu defa dinleyiciler büyük.
Yaşanan zor yılların sese yansımadan mizahla süslenerek öykülenmesi. Kahkahalarınız kulağınıza gelirken, içinizde koca bir yangın.
Alev alev…
Oysa öylesine güzel anlatıyor ki…
Çok küçük yaşlarında eve üç beş kuruş getirebilmek uğruna ölü yıkayanlara havlu tutmak ilk işi. Zengin ölülerin incitilmeden özenle yıkanması, fakir ölülerinse savrulması sağdan sola.
Fark ettiği, hayatın acı ama bir o kadar da komik olan gerçeği.
Bir başka kare: Söyleşi sonrası. Uzun bir imza kuyruğu, ardından fotoğraf çekimi. Bir eliyle sevgili eşinin saçını düzeltirken diğer eli yakasında tıpkı bebeği gibi. Sahiden de duru cildi, sessiz parlak gözleri ve sakin duruşuyla bebek gibi.
Şimdi hepimiz yemekteyiz, konuşulanlar yine yaşananlarla ilgili.
Ve öyle bir anı ki düşmanın bile yaşamaması cinsinden.
İkiz minicik yavrular dünyaya gelen ancak kuvöze girerlerse yaşayabilecekler. Oysa o yıllarda kuvöz hastanede tek, yani çocuklardan bir tanesi seçilecek.
Diğeri ise…
Sanki Sophie’nin seçimi!
Anne babanın kararı kesin: “ikisi de girmeyecek.”
Belki de terk edilmedikleri ya da tercih edilmedikleri için bebeklerin hayata asılmaları…
Şu an biri sosyolog, diğeri psikolog.
Dillerinde şikâyet hiç yok…
Her şey güzel; açlık güzel, fakirlik güzel, otobüs yolculuğu güzel, otel güzel, yemek güzel…
Veda anına yakın yürürken, hoca koluma giriyor ve eşini fısıldıyor kulağıma. Onu ne kadar sevdiğini ve aşklarının büyüklüğünü anlıyorum sözcüklerinden.
Aylar sonra bende kalanları kâğıda dökmek kolay olmadı. Hemen sonra da yazamamıştım. Galiba duygularımı sözlere sığdıramamıştım.
Uzun ve sıcak bir vedalaşmayla onları uğurladık. Ama biz ayrılamadık taze demlenen çayın sıcağında hayranlık ve şaşkınlıkla ilgiliydi konuşulanlar.
Bizi bu kadar saran, hatta sarsan iki insanın hayata duruşuydu.
İnsanlığın en yalın, erdemliliğinse tüm halleri vardı onlarda.
Tüm renkleri yaşayıp, böylesine beyaz kalabildiğiniz ve ışığınızla bizleri aydınlattığınız için sonsuz teşekkürler…
Bir teşekkür de sana sevgili dost Selim Gürata.