Turgut Özakman
İsmini çok iyi bildiğimiz, ama ne yazık ki üzülerek ve utanarak söylemeliyiz ki bu yaşlarımızda tanıştığımız çok önemli bir yazarımız.
‘Korkma İnsancık Korkma’ ile başladı yol…
Yalnızca iki yarım gün, yani aslında bir gün ama zorunluluktan ikiye bölünmüş, bir de bitmesin diye uzatılmış.
Ve Tiya Eleni…
Sevginin özveri olduğunu bilirdik de, özverinin bu denli büyük olabileceğini bilemezdik.
O yalnız Tiya olmadı. O anneydi sığınılan, o arkadaştı paylaşılan ve sevgiliydi arzulanan.
Dilimize pek çok Rumca kelime yerleşti, hele ‘Canimu’!
Vereceği her şeyi ve tek şeyi canı olan…
Canına can vermeye her an hazır, sanki elinde al dercesine, canimu değil de canım bu dercesine…
Ve ikinci kitap ‘Romantika’.
O da bir gecede bitiveren ve bitiren.
Hem gerçek hem düş gibi…
Hem yaşanabilir hem asla gibi.
Ve büyük bir hayranlık yazara -Nasıl yaratabildi- gibi.
Ahmet Altan yazarlara Tanrı der, gerçekten de bu duyguları, bu insanları yaratmak ve yaşatmak başka nasıl isimlendirilebilir ki.
Bir de merak; acaba yaşandı mı ya dair ama yaşanmamış yaratıcısına göre. Kim bilebilir, keşke yaşansaydı.
Ve üçüncü kitap…
‘1999 Atatürk Yeniden Samsun’da’ Korkma İnsancık Korkma ve Romantika’dan sonra insanı adeta silkeleyen, sarsan bir kitap.
Yarı belgesel, yarı düş…
Keşke diyor insan, yeniden gelse ve her şey yeniden başlasa.
Ve keşke bize Millî Mücadele böyle anlatılsaydı.
Öyle gerçekler var ki inanılmaz, yurdumun her insanının bilmesi gereken, okullarda basma kalıp cümlelerle geçiştirilen.
O ne inanç, o ne sevgi…
Ve günümüzün şaşkın, sapkın insanları, siyasetçileri.
Gerçekler tokat gibi, ama anlayabilene.
Teşekkürler sevgili Turgut Özakman Hocamız.
Bir yolumuz daha oldu eserlerinizle çıkmazlarımızdan.
Hele sizi tanımak, neşeli, esprili, gülen yüzünüz ve maviş gözlerinizle…
Dostluğunuz, nezaketiniz ve gençliğinizle içimizi ısıttınız.
Teşekkürler ve şükranlar…