Zihinde Yaşamak
Son zamanlarda konuştuğum pek çok kişinin ortak derdi; zihinde yaşamak.
Ya da başka bir değişle yaşanmışların içinden çıkamamak.
Yapmadıklarının, yapamadıklarının, ya da yaptıklarının hesabını kapayamamak.
Diyelim ki beş sene önce yaşadığınız bir olayı zihninizden atamıyorsunuz, o yılda kaldınız demektir. Yaşadığınızı sandığınız her yeni gün yaşanamamıştır.
Oysa her yeni gün hatta an, yeni enerjiler taşır bize, önemli olan bizim zihnimizdeki kendi düşük enerjimizden çıkmamız yeni enerjilere açık olmamızdır.
Çünkü enerji kendi boyutunu arar.
Biliyorum bunları yazmak kolay diye düşünüyorsunuz ama inanın uygulamak da kolay. Önemli olan bu durumu fark edebilmeniz. Sonra yavaş yavaş düşünce kalıplarınızı terk etmeniz, değiştirmeniz.
Sizi zihninizden kurtarıp ana getirecek sihirli olmasa bile bir formül var:
Diyelim ki yine düşüncelere daldınız kirli zihninizin oyununa geldiniz ve birden fark ettiniz ki başka bir zamanın anılarındasınız; yapacağınız ilk iş bulunduğunuz odadaki ya da alandaki gördüğünüz her objeyi saymak. Sonra onları tek tek incelemek olmalı, koltuk, masa, sandalye, sehpa, vazo, kitap ve daha neler varsa. Hemen ardından da bunları tek tek incelemek: koltuk deri ya da kumaş, rengi pembe, yastıkları var, yastıkları kare şeklinde gibi.
Yani düşüncelerimizi zihnimizden kopartıp bulunduğumuz ana gelmek hemen. Ve artık anda olmak…
Uzmanlara göre; zihinde yaşamak bizi her ne kadar mutsuz ediyor gibi görünse de inanılmaz rahatlatan bir yanı var. Zihne girip acılarımızı tazelediğimiz zaman yaşadığımız üzüntü, kaygı ya da hüzün sadece o noktada kaldığımız ve çözüm üretemediğimiz için alışkanlığa dönüşüyor. Alıştığımız bir şeyi yapmak da bizi inanılmaz rahatlatıyormuş. Bu durumun bir de adı var “Acı Beden Yaratmak”.
Biz de kendimize acı beden yaratıp tıpkı eski bir şarkının sözleri gibi “dertleri zevk edindim, ben de neşe ne arar” boyutunda yaşıyormuşuz.
İnanılmaz bir tembellik ve cesaretsizlik aslında. Ve bu da yine bizim yarattığımız bir oyun, bir kısır döngü.
Tutunduğumuz acı bedenimiz, yarattığımız egolarımızdan biri sadece. Haklı olduğumuzu kendimize ispatladığımız bir alan. Önemli olan bu egolarımızdan kurtulabilmek. Egolardan kurtulmanın yolu da sadece onları görmek! Evet ne kadar kolay aslında değil mi? Yarattığımız her ego onu fark ettiğimiz an bizi terk ediyor. Egolarımız kendi içimizde farkına varmadan yarattığımız maskelerimiz aslında, bunların pek çoğu da iyi niyetle, kendimizi bazı olaylardan ve kişilerden korumak adına taktığımız maskeler. Her maske ne yazık ki içimizde farklı bir bilinç, bir kimlik.
Kısaca söylemek gerekirse içimizde farklı kimlikler ve davranış modelleri yaratıyoruz. Bu boyut insanlık boyutu olarak adlandırılıyor.
İsmine bakıp aldanmayın çünkü bu boyut bizi mutsuz eden bir bilinç boyutu önemli olan varlık boyutuna gelebilmemiz. Bunun da kısacık bir adı var; Birlik Bilinci. Bu bilinç kendi içimizde bir olmanın, tek olmanın bilinci; çünkü ancak o zaman zihne girmeden, hesap kitap yapmadan, derin bir farkındalıkla hareket ediyoruz.
Varlık; zihinden çok güdülerini kullanır. İçinin sesi onu yönlendirir.
Bir örnek size; belki de son anını yaşayan bir yaralıyı görüntülemeye çalışan önce mesleğim diyen bir gazeteci ya da mesleğini bir kenara bırakıp yaralıya yardım elini uzatan bir gazeteci.
Önce mesleğim diyen insanlık boyutunda, çünkü zihniyle hareket ediyor, meslek, kariyer, iş, para hesabında. Diğer gazeteci sadece bir canı yaşatmak umudunda.
Buna benzer yüzlerce örnek verebiliriz.
Sonuç ne yazık ki insanlık aleminin şu anki durumu.
Suya sabuna dokunmadan, kokup bulaşmadan yaşamak, korkular içinde küçülmek.
Oysa yaşam kendini korkusuzca içine bırakanları sarmalar.
Bir sperm olarak ilk yarışımızı kazanırken ölümü de kucaklayarak koşuyoruz aslında yaşama.
Peki sizce yaşamın güzelliği ve kalitesi süresinde mi yoksa doyuruculuğunda mı?